Ayvalık seyahatinin son akşamı evde kaldık. o gün sabah Cunda’daki pazardan ne var diye bakınıp aldıklarımızı pişirdik. tatlı filizlerin sonunu yakalamışız, sadece bir tezgahta vardı, onlar da biraz karttı, ama yine de saplarının büyük bir bölümünü atıp kullandık. altına sarımsak ve sızma zeytinyağı ile çırptığım güzelim bir koyun yoğurdu ve Yüksel’in köyünden getirdiği miniminnacık yumurtalardan çılbır.
niyetim sıcak çılbır yapmaktı, ama yumurtaları patlatma korkusuyla, soğuk olana döndüm. normalde yumurtaları poşelediğiniz sudan çıkarıp buzlu suya batırırsınız pişmeyi durdurmak için. sonra gerekirse ısıtmak için tekrar fıklayan suya batırabilirsiniz ihtiyaç varsa. ama bu sefer benimkiler pek de başarılı olmadı, biri patladı, diğerinin sarısı fazla yüzeyde kaldı, yani soğut-ısıt-tabakla sırasında başlarına daha da başka kazalar gelmesin diye, yolda plan değiştirdim. hemen hazırladığım yoğurdu servis tabağına koydum, yumurtaları da direkte üstlerine yerleştirdim. henüz dolabın serinini taşıyan yoğurt, yumurtanın pişmesini durdurdu. sonra da öylece bekleyip, oda sıcaklığına geldiler akşam sofrasına kadar.
o arada bir yağ hazırladım: yenibahar, sarımsak, pembe karabiber ve tohum kişniş. havanda dövüp, zeytinyağı ile tamamladım. kenara aldım. sofraya oturmadan yağsız tavada dolmalık fıstıkları kavurdum, sonra bu yağı tavaya boca ettim. şöyle yeterince kızınca da, önceden haşladığım filizleri, yani tilkişeni, yani yabani kuşkonmazı, tavaya koydum. ısındılar. tavanın içindeki sıcak malzemeyi soğuk, daha doğrusu oda sıcaklığındaki yoğurtla yumurtaların üstüne. nasıl olduğunu artık ben söylemiyeyim, siz Tuba’ya sorun. pazardan bebecik körpecik kabaklar almıştık. çiçekleri üstünde. Tuba şunları sarımsakla tavada çeviriversek ya dedi, biz de aynen öyle yaptık. önce bir diş sarımsakla tavadaki yağı lezzetlendirdik. kabaklar yarı piştiği sırada üstlerine tuz yerine teneke tulumu rendeledik, onlar da eridi, kızardı. tavayı ateşten alınca da bol sarımsak ve biraz da limon suyu.
yine pazardan enginarlar almıştık, bolca kafa yapmış taze soğan ve taze iç bakla. onlar da zeytinyağlı enginar oldular. yada belki de daha doğrusu enginarlı bakla. o kafa yapmış taze soğanları salata doğradım, bolca zeytinyağında yavaş yavaş pişirdim, taa ki yumuşayıncaya kadar. üstlerine enginarlar, yarıbellerine kadar su, tuz ve 1 tek tane küp şeker. kapağını kapadım, pişmeye bıraktım. yine kısık ateşte. enginarlar pişip de kendi yağlarına kalınca, baklaları ekledim. bakla dediğin zaten 5 dakika sürmüyor. altını kapadım. enginarları servis tabağına aldım. tenceredeki baklalara bolca doğranmış taze nane ve taze soğanların kafaları doğrayınca kalmış yeşil yerlerini, tabii doğranmış, ekledim. harmanladım, baklaların sıcağıyla naneler ve soğanın yeşilleri sündü, ama yeterince de yeşil kaldı. biraz çiğ sızma ekledim ve hop, hepsini enginarların üstüne. kendi kendine ılınmaya.
başka ne mi vardı? hem misafir çağır, hem de otla başından sav. oldu mu ya? bal gibi de oldu. haa, bir de tava böreği vardı, ama o da bol lor, bol taze soğan , bol nane ve bol maydanozlu. yani o da otlu. resmini görmek istiyenler buradan bakabilirler.
Read Full Post »